23 Mart 2017 Perşembe

Sakinleşiyorum

Sakinleşiyorum seninle... 
Aynı zamanda çocuksulaşıyor, sonra kızıyor, sessizlikte deliriyor ve yine kızıyorum. Ama sonra, sakinleşiyorum bir sesine, bir nefesine.
Bazen bir şarkı dinleriz unutmak için, bazen bir film izleriz hatırlamak için, bazen birşey olur iyice kederleniriz, bazense birşeyler içeriz keyifleniriz. Kimi zaman sinirlenir, kötü bir günün üzerine gelenlere dayanamaz, ve ardından birşeyler yapmak isteriz. 
Sonrasında birşekilde kendimizi sakinleştiririz. Kimisi resim çizer, kimisi şarkı söyler, kimisi de benim gibi yazar. Her beden, her kişilik başkalaşır işte. Bambaşka tenlerde, başbaşka şehirlerde veya bambaşka hislerle açarız gözlerimi bazen. Ve yine bir döngü gibi giden hayata ayak uydururuz, kızarak, severek, çocuksulaşarak, ağlarayak ve sonunda da sakinleşerek..
Bazen bir ses umut olur, bazen bir mektup, bazen bir telefon. Hepsi yüreğe su serper, derin bir iç çektirir. Kimisi çabuk bulur, kimisi hiç bulamaz işte.
Bana gelince, seninle sakinleşiyorum işte. Kızıyor, öfkeleniyor, ağlıyor, çocuk gibi davranıyor, ama yine seninle sakinleşiyorum... bir çeşit uyuşturucu gibi. Ve bir de, seviyorum. Zaten herşey ondan oluyor. Seviyor, korkuyor, özlüyor ve yine sende sakinleşiyorum...


Bilirim

Uzakları ararmısınız hiç? Yitirdiğim dediğiniz anılarınızı, unuttuğum dediğiniz yalnızlıklarınızı, yalnızken bile gülümseyebildiğiniz anları ve unutmaya korktuğunuz akşamları...

Bilirim, sizde ararsınız benim gibi bazen uzakları. Bir kuş geçer pencerenin önünden, bakarsınız arkasından. Sırayla düşünceler dizelenir aklınıza, o kuş bulutların arasına karıştırıp gözden kaybolur, kaybolur da, siz çıkamazsınız mazilerin griliğinden. Hafif bir tebessüm ile başlamayan anılar, bir iç çekiş ile sonlanır çoğu zaman. Ve gözlerinizi kırpıştırıp, bugüne dönersiniz, çaresizliğinize, veya belki de özlemlerinize.

Bilirim, ardından kiminiz bir sigara yakar, kiminiz bir kadeh koyar, kiminiz bir nağme yakar, ve kiminiz de oturup ağlar...
Bilirim en sessiz günün bile çığlarla sizi nasıl yorduğunu, umudunuza sarılıp ne kadar umutlandığınızı, ve kabus dolu rüyalardan hep bir can sıkıntısı ile uyandığınızı...
Bilirim yüreğinizin nasıl sıkışıp nefes alamadığınızı. 

İşte uzakları arıyoruz çoğumuz, bir kuşun uçmasındaki özgürlüğü kıskanarak bakıyoruz ardından bulutlara karışmasına. Kendi uzaklarımızı, uzaklıklarımızı ardımızda bırakmak istercesine dalıp gidiyoruz işte..

Bilirim...


26 Aralık 2016 Pazartesi

GRİ

Düştüm bir kere,
Kırıldı sessizce dal,
Ellerim kanadı,
Tutunamadım,
Düştüm bir kere,
Kalkamadım...

Umutsuzum, yenik.
Suskunum, küskün
Yalnızım, yıkık ve yalın
Solmuşum, bitik.

3 Ekim 2016 Pazartesi

Kabulleniş

Çabalıyoruz çalışıyoruz uğraşıyoruz,
Peki ya ne için?
Herşeyin sonunda bir yudum hayal kırığı 
Bir yudum çaresizlik ve bir yudum gözyaşı.
Arada gelen hevesli gülümsemelerin içinde
Akıp giden umutlarımız...
O kadar heves, o kadar istek
Neden?
Sadece bir yudum sevinç için mi?
Bir çekiş, bir kabulleniş
Hepsi bu...
Herşeyin sonu "kabulleniş".
Başka bekleyiş,
Ardından gelen umut ediş,
Onu takip eden sevinç,
Sonra gözyaşlarının içindeki iç çekiş,
Ve en son
Kabulleniş.

24 Ağustos 2016 Çarşamba

Uyku

Ve bir zamanlardı diye başlamaya başladım tüm cümlelerimin başına… Bir gecenin karanlığında ki çınarın sesinde gezinirken, uykusuzlukların bıraktığı morlukları  saklayabiliyordum… Ve ben yine, sensizim demeye başladım,tüm  günlerimin başında, “günaydın” kelimesinin yanında… 
Yorgunum, gerçekten yorgunum… Fiziksel olarak değil, bakma gözlerime, bakma ellerime yüzüme, dağınık saçıma. Tamamen içimde benim yorgunluğum… Yoruldum seni özlemekten, yoruldum pes edişlerden… 

Yine de ne var biliyormusun, her gün yeni bir şey keşfediyorum sensizlikte. Sahip olduklarıma  sahip çıkmayı öğreniyorum,gözlerimi  açtığımda, yeni birgüne  uyanabileceğimin hayallerini kurmayi öğreniyorum… Öğrenmekhiç  bitmiyor işte…

Ben aslında biraz da hayata kızgınım sadece sana veya yaşananlara değil. Tam güldük  derken gelen gözyaşlarına, tam içim ısınıyor derken, soğuk ayazların ortasında  kalmalara… Ve bir de geçen zamana, en çok çokta ona. Zamansız seyircinin geçen zamanında yitirdik hislerimizi…

Ben yine hala buradayım, içimde , senin beni bıraktığın yerde, belki biraz dinleniyorum, ya da uyuyorum, uyanmak istemediğim  bir kabustan… hangi gün güneş  doğar, ve bana umudu getirirse işte o zaman kalkacağım yatağımdan…


24 Nisan 2016 Pazar

Nereden Başlasam

Nereden başlasam ki seni anlatmaya. Mesela bebek kokundan mı, o özlediğim gülüşünden mi, bakışlarından, sesinden, dokunuşundan mı. Nereden başlasam seni bu satırlara mühürlemeye. Başlarsam bitmez ki, ne sayfalar ne satırlar kalır. En çokta özlemlerimi sığdıramam.

Bazen kimseler duymasın istiyorum sesimi, anlayışlarımı, hıçkırıklarımı, yakarışlarımı. Bazense haykırayım tüm dünya duysun istiyorum. Ama en çokta susuyorum, içimde bir yerler de kopan fırtınaların, öncesinde ki sessizliğimleyim. Konuşamıyorum ki, sözcükler küsmüşken. Sen bana küsmüşken, konuşamıyorum işte. Satır satır içiyorum içimdeki seni, düşün, sarhoş bile olamıyorum. Resimlerine, resimlerimize sarılıyorum, ama üşüyorum. Isınamıyorum...

Ben, en çok ben boşluklarda yüzüyorum. Bilirsin, severim denizi, hemde çok, yüzmeyi de. Özellikle sabahın ilk ışıklarında, sahilde, seninle, bazen çırılçıplak... Ama boşluklarda yüzmek... Nefessiz nefes almak gibi bir şey.

İç çekişmelerim sıklaştı bugünlerde. Nefes alamaz oldum, darlaştı. Yok iyiyim, sağlığım bozuluyor bazen ama işte umursamıyorum, biliyorsun beni. Baş ağrısı, yorgunluk, ateş, öksürük. Gelip geçiyor, gelip geçiyor da, bu içimdeki geçmiyor. Geçmeyecek de.

Bazen o kadar çok dua ediyorum ki, ufacık bir rüzgar da olsa, getirse kokunu bana. Senden aldığım tişörtlere sarılıyorum, içime çekiyorum ama yok kokun. Dur, şimdi diyeceksin, iyice acizleştin diye. Diyebilirsin, acizim belki de. Mesela, her gün söz veriyorum kendime ağlamak yok diye, her gece bozuyorum o sözü. Ansızın geliyor ince ince yaşlar, apansızca. Sadece, duramıyorum duramıyorum böyle. Dışarı çıkıyorum gecenin bir yarısı, nefes alabilmek için, yürüyorum, koşuyorum, hatta bazen de yağmurun altında oturuyorum ki kimseler anlamasın. Anlayacağın zor geçiyor günler. Sadece, işte ben böyleyim.

Sen nasılsın? Lütfen iyi ol, kıyamadığım. Sen iyi ol ki bende olayım.

Son bir not: Seni çok özledim.

15 Nisan 2016 Cuma

SERVIS

O kadar çok şey biriktirmişim ki içimde, dolup taşması gerekiyormuş bu gece. Yarınlara akıtıp giderken, her sabah yutkunurken, daha fazla kalamamış içimde biriktirdiklerim.. Biraz gözyaşı biraz çığlık birazda iç çekiş servis edildi masaya. Hepsinin tatları da mercim meyveleri gibiydi, acısıyla tatlısıyla. Üzerine demlenmiş bir dumanı eksik kaldı. Derken, çıka geldi silüetin. Gerçi artık kapattım kilitledim seni lambanın içine. Ve sadece hissettiğim yalnızlıkla seviştim. Ama bugün, omuz omuza verdik, biraz içtik, biraz sohbet ettik. Ve farkettim ki, her geçen gün, birer birer eksildik. Çok değil, az da değil, tam kıvamında, acıta acıta kaybettik ruhumuzdan birer yapboz parçalarını ve her yudumla doldurmak çalıştık içimizdeki boşlukları. Gelip geçerlerle süsledik, birazda üzerine şeker tadında gülücükler ekledik. Eksile eksile, içimizi kemirip, afiyetle şükrettik. Ne yapabilirdikki... En yalnız olduğumuz Zaman'larda bile kendimizle savaşırken, Nasıl teslim olunacağını bilmeden pes ederken, en azından aldığımız nefese şükretmek dışında, var mı başka bir dünya...



20 Şubat 2016 Cumartesi

Neredeyiz?

Zamanın akışında sürünen benliğimiz 
Ve silinen gölgelerimiz,
Neredeyiz?
Sessizlikle içilen kadeh tokuşturmaları 
Ve birde ağlamaklı şarkılar,
Neredeyiz?
Bir deniz kenarı,
Gel git manzarası
İçinde bir yudum hasret 
Sevgiler de ağlamaklı...


22 Ocak 2016 Cuma

BİLMEYECEKSİN

Suskunluğum akıyor gözlerimden, kalbim ise eriyor, parça parça değil, son ateşin ısısında, kaynayan bir su misali... Gidiyor sevdiğim gözlerimin önünden gidiyor koşarcasına. Tüm nazikliğini kaybetmiş bir havanın ayazında, çırılçıplak duruyorum. Hassas bakışlarım acıyor, kulaklarım sızlıyor bensiz gülüşlerinde, dudaklarım beton gibi, konuşmaya bile mecalim yok...

Hep "bilmeyeceksin" diye başladığım cümlelerim geliyor aklıma. Bil, bil istiyorum işte, içimdekileri, içimde nasıl yeşerdiğini hep ama hep bil istiyorum. Ama sen, bilmek istiyor musun? Bilsen de neden direniyorsun? Neden öldürüyorsun içindeki beni? 

"Bil" herşeyi. Bil ki, bil ki bilmedim deme bana. 

Mesela, seni uyurken ne kadar çok izlemeyi sevdiğimi, ellerimi saçlarının arasından geçirdiğimde ki istemsiz gülüşünü. Dizlerimin üzerine yatıp, gözlerini kapatıp dinlendiğin zaman ne kadar hızlı çarptığımı kalbimin. Yemek yaparken, isyanlar ve istemkâr tavırlarının, o sarılmalarının, her derdime derman olduğunu. Mesela, miskinliğin dibine vurup, en çok tembelliklerimizde eğlendiğimizi. Üşüyüp, bir yorganın içinde ısındığımız zaman, nasıl da huzurlu olduğumu. Çocuklardan bile daha çocuk olduğumuz zamanlarda, nasıl da gülüşlerinde kaybolduğumu... 

Daha çok şey var bilmeni istediğim. Bilip de "bilmezlikten" gelme istediklerim...

Ah annecim, canım annem... Acıyor be içim, çok acıyor... Neden kalamadık karnındaki o masum bebek gibi, neden masum olamadı ağlayışlarımız ilk günkü gibi... Ve mutluluklarımız, neden sığamadı ilk gülücüklerimiz gibi... Ah annecim, al beni, sar beni, kimsem yok senden başka...

17 Ocak 2016 Pazar

HALA





Hala yanınızda olan insanlara 
Sımsıkı sarılın.
Günler, saatler, dakikalar sizden birilerini 
Alıp götürmeye devam ederken,
Yanınızda kalan, sizi bırakmayan
O insanlara sımsıkı sarılın...
Bazen dayanacak gücü bulamasanız bile kendinizde
Anılarınız da saklanır, masum gülüşler, 
Kalpten geçen sevgiler.
Aşılamaz duvarlar çıkmaya başladıysa karşınıza,
Ve yorulmuşsanız hayata,
Gözlerinizi kapayıp dinlendirin...
Göz kapaklarınız açıldığında, hala umudunuz varsa
Işte o zaman pes etmeyin.
Her gün, her saat, her dakika 
En değer verdiklerimizi alıp götürüyor acımasızca...
Tutamıyoruz, ve hatta düşüyoruz bazen
Veya imkansızlıkların peşinde koşarken kayboluyoruz...
Işte bu yüzden,
Hala sahipseniz onlara
Bırakmayın asla, henüz kaybetmeden.

5 Ocak 2016 Salı

BELKİDE




İçimizdeki gerçeklikle savaşırken kaybediyoruz belkide hayallerimizi,
Sahte korkuların adaletine sığınmaya çalışırken geçiyor vaktimiz,
Ve farkına bile varamıyoruz kaybettiklerimizin.
Sadece "ben" olarak yaşayan bir varlığız,
Nasıl bencil olmaksızın sevebiliriz ki,
Ve belkide bu yüzden kaybediyoruz
Hayallerimizdeki gerçekliği...

3 Ocak 2016 Pazar

GITMEK





Gitmek kolay mı gerçekten? 

Sevdiklerinin gözlerindeki hüzne şahit olup, yüreğinin bir kenarına saklamak kendi hüznünü. Toparlayıp valizini, sığdırmaya çalışmak acılarını küçük bir hıçkırığın ardına. Gülümsemeye çalışarak ağlamak birazda, gizli gizli, en kör kuytularda. Birazda ayakta durabilmek, kendin için ve herkes için. Veda etmekten kaçarcasına "yine görüşürüz" kadar sıradan bir hoşçakalı çıkarabilmek dilinin ucundan. Bavulunu sürüklemeye çalışmak acıdan ve kederden titremiş ayaklarla. Her adımda daha güçlü olabilmek için söz vermek kendine, ve her adımda o sözü bozan gözlerine kızmak...

Gitmek öyle kapıdan çıkmak değil işte. Sırtına çantanı alıp "güle güle" demek değil. Güle oynaya, seke seke, koşar adımlarla kaçmak hiç değil. Gitmek öyle basit bir fiil değil. Çekimlemesi kolay, ama anlamı zor. Belki biraz egosu var ama hiç gençleşmeyen bir fiil. "Gitmek" sadece siyah paltolu soğuk bir Adam değil, nedensiz ağlayan bir Bebek birazda...

Zaman'a yakaran "gitme"lerm var biriktirdiğim. Borcu olana seve seve veririm, yeterki gitmeyeyim...

17 Ağustos 2015 Pazartesi

Özlemek

Özlemek bir ihtiyaç mıdır? Yoksa, tekrar yaşamak için mi özlüyoruz?
Nedir "özlemek"? Bir terim mi, his mi, ihtiyaç mı?

Sevdiklerimizi, anılarımızı, gittiğimiz yerleri, yiyecekleri her şeyi özlüyoruz. Aklımızda en çok yer eden zamanlarımı özlüyoruz, yoksa geri getirmek istediklerimizi mi?


Özlemlere boğulup, apansızca ağlayabiliyoruz. Olmayacağını bile bile özlemenin bize yararı ne ki, tekrar tekrar yaşamak istiyoruz. Belki sadece, özlemeyi seviyoruz. Özlemek hakkımız mı yoksa, zaten yaşadığımız bir şeyi özlediğimiz için mi "hak" olarak görüyoruz.


Kendimizi kandırmanın hiç bir faydası yok. Üzülmek için üzülüyoruz sadece. Gündelik yaşantımızın içinde kaybolup giderken, farklılık arıyoruz. insanoğluyuz, aç gözlüyüz, hep daha fazlasını istiyoruz. Yaşadığımız, elde ettiğimiz, ve tükettiğimiz zamanları geri getirmek bize aynı tadı vermeyecek. Bunu bile bile, kendimizi kandırmaya devam ediyoruz.


Özlüyoruz, her şeyi özlüyoruz ve geçmişe takılı kalmaktan önümüze bakamıyoruz. Takılıp düşüyoruz, ama önümüzdeki yolun ne kadar engebeli olabileceğini görmeye çalışmak yerine; dönüp arkaya, neden takıldığımıza bakıyoruz.


Kendi sarmalımız da dönüyoruz, itiraf edemesekte bile bile karıştırıyoruz kendimizi. Ağlamayı seviyoruz, üzülmeyi de öyle. 


Insanoğluyuz neticede...

4 Ağustos 2015 Salı

ZAMAN


ZAMAN

En değersiz yaratıktır zaman, susuzluğa düşmüşçesine içer durur dakikaları. Farkına bile varmadan alıp götürür yarınları. Sessizce ama adice çeker gider ve yine çığlıklarla geri gelir hayatına. Aslında hiç gitmez, saklanır, kollar en zayıf anını. 

Aynı bir tilki gibi gözler avını zaman. Mevsimleri çok sever mesela, yazı kışı sonbaharı ilkbaharı. Hele o ilkbaharın tazeliğini, sonbaharın hüznünü.nasılda sever yağmurun çığlıklarını, o sert fırtınaları. Ezip geçer bazen, önde yürür, ukala bir çocuk gibi. Düşer, düşer de seni de sürükler. Dizlerin parçalanır, ellerin kanar. 

Hayal kırıklıklarına saplanırsın, aynı bir bataklık gibi. Bir dal parçası ararken, daha da batarsın zamanın oyunlarında. Tam bir kumarbazdır zaman, kazandığını sanırken kaybedersin. Farkındalığını koruyamazsan, yitip gider gerçeklik. Kendini bilmezsen, ezer geçer yalnızlık. Her labirentin tek bir çıkışı vardır; izlerini takip edebilenlerin ulaşabildiği. Ve her bir oyunun sonu vardır, tıpkı zamanında ruhuna yenildiği gibi.

23 Mart 2015 Pazartesi

YÜREĞİM AĞZIMA GELIYOR

Yüreğim ağzıma geliyor 
Gözlerim gözlerini içecek
Kalp atışlarım ritmiksizleşecek
Yanaklarım al al olacak
Dudaklarım aralanacak diye

Yüreğim ağzıma geliyor
Gözlerini kaçıracaksın
Soğuk soğuk terleyeceğim
Nefessiz kalacağım diye

Yüreğim ağzıma geliyor
Göremeyeceksin bakışlarımdaki çığlığı
Duyamayacaksın kalp atışlarımı 
Anlayamacaksın nasıl yandığımı diye

Küçücük yüreğim ağzıma geliyor
Dokunamayacağım ellerine
Bakamayacağım gözlerine
Duyamayacağım sesini diye...


15 Şubat 2015 Pazar

YOKLUK

Sulu bir göz bakar dururdu anahtar deliğinden,
Çaresiz bekleyişleri çevirirdi tesadüflere,
Ansızın gülümsemeleri hapseder di gözlerine
Ve bir gün düşürdü kollarını yere,
Asfalt ağlıyordu kanlı,
Yüreği buruktu acıdan
Ve bir gün boğuldu denizde
Dalgalar kıkırdıyordu
Dalga geçercesine.
Hüznün koynunda hapsolmuş 
Bir Gül'ün ağıtları sardı dört bir yanını
Tek bir damla yalıyordu yanaklarını
Kanatarak, ince ince
Acı yoktu
Ses yoktu
His yoktu
O artık 
Yokluktu.

2 Ocak 2015 Cuma

TINI








Susmak bile yorucu geldiği zaman,
Yaşla başını omzuma…
Sessizliğin tınısı kulağında olsun,
Nefesim boynunda…
Korkma, konuşmayacağız.
Gözlerimiz kapalı sevişeceğiz,
Ağlayacak ve güleceğiz.
Ellerim ellerini içerken,
Yüreğim dans edecek yüreğinle…
Korkma, kırmayacağım seni,
Sıkmayacağımda.

Sadece, kokun, kokun lazım bana…

26 Aralık 2014 Cuma

BEN BİR "AY", SEN BİR "GECE"

İnsanlar neden yalnız kalmak ister? Yalnızlığın içerisindeyken de neden kaçmak ister?
En çok kendini dinlemek istediği zamanda dinleyemez insan, biraz sakinliğin koynunda bıkar aslında… sebepsiz serzenişlerin ardından, yine ve yine birilerini ister… Alışamaz ki yalnızlığa… Aşk değil sadece bahsettiğim, arkadaşlık, dostluk, kardeşlik…

Yabancılaşır insanlar bir zaman sonra. En iyi tanıdığım dedikleriniz bile bir başka gelir. Aslında belli bir zaman yalnızlığa düşmüş, acı çekmiş her insanoğlu aynı ifadeleri kullanır, düşünür. Gerçekten de, ancak o zaman fark ederler, yalnız olduklarını.

Ansızın geliyorsun aklıma, ansızın soluyorum bakışlarını, ve yine ansızın anımsıyorum gülüşünü. Sahtekar bakışların altındaki adamı arıyorum, sağa dönüyorum, sola dönüyorum, ama vazgeçmiyor saklanmaktan. Biliyorum, belki de hiç ulaşamayacağım o adama. Biliyorum, sen sessizliğinde yaşarken kendini, ben dokunamayacağım ruhuna. Yine de, minicik bir umudun kırıntısında arıyorum gerçekliğini.

Saatler kovalıyor birbirini, her kelimem her cümlem aynı yere çıkıyor. Hatta biliyor musun, artık satırlarımın farkı kalmıyor, hep aynı sözler, hep aynı hisler. Vazgeçmeliyim, düşünmekten, yakalamaya çalışmaktan. Evet, vazgeçmek en doğru adım. Bana seni yazdıracak şarkılardan, anılardan vazgeçmeliyim. İçinde aşkı yaşamış ve hiç özgür bırakamamış olanlar bilirler, ne kadar zor olduğunu, sen hariç…

Buruklaşıyorum, asabileşiyor, zamansızcasına kıskanıyorum seni. Neden? Diye soruyorum oysaki kendime; bir cevap alamaksızın. İronik bir şekilde kendimle çelişiyorum. “Nedensizlik” köprüsünün altındayım, bu gece buradan izleyeceğim yıldızları, neden var olduklarını sorulamadan.

Sen ne yapıyorsun? Kimlesin? Gözlerin kimle sevişiyor? Kimi kıskanıyorsun? Kimin dudaklarında arıyorsun huzuru?

Merak etmiyorum yanıtlarını. Aslında, duymak istemiyorum. Duydukça sana yaklaşmaktan, içimde büyüttüğüm seni çoğaltmaktan korkuyorum. Evet, sus, böylesi daha iyi. Küçük kal içimde. Böyle bire baş edemiyorken, izin veremem içimde büyümene.

İnsanın kendisiyle kavga etmesi, çelişmesi çok zor oluyormuş… Hatalarım, kararsızlıklarım ve pişmanlıklarım birleşiyor. Bir yanım tokatlarken fütursuzca yanaklarımı, diğer yanım içten içe ağlıyor sana. Saçma sapan bir hayal var dört duvar, çıkamıyorum. Anlamsız bir saplantı var, koparamıyorum.

Uzaklaşıyorum herkesten ve her şeyden. Zevk bile vermez oldu kırmızı kadehler, hoş sohbetler. Dağılıyorum, damlanın suya düştüğü gibi.

Şimdi ben biraz daha gidiyorum. Kendimi kendimle baş başa bırakarak, en uzak yerlere seyahate çıkıyorum. Gelmeyeceğim bir süre, sen ne yaparsan yap. Zaten sen sevmezsin buraları, dar gelir ikimize.

Ben bir okyanus, sen bir boğaz; ben bir ülke, sen bir bitki örtüsü; ben bir ay, sen bir gece…

17 Aralık 2014 Çarşamba

YORGAN



Puslu yakınlıklarımız var bizim, Gözlerimizde gizlenmiş tutkuyu anlatmaya yetmeyen,
Sevişmelerimiz. 
Kıskançlıklar havuzundayız biz, 
Yüzmesini bile bilmeden. 
Bir yorganin iki yastığıyız biz, 
Daha birbirimizi bile tanımamışken...

Aygül

28 Kasım 2014 Cuma

KESIK

Ruhumda bıraktığın acı
Kağıt kesiği gibi..
Dokundukça acıyor
Baktikça gözlerime
Sustukca kanatıyor
Incecik kağıt kesiği
Çok ama çok acıtıyor.

YABANCI

Şarabın kana karışmasının verdiği haz gibi 
Seni düşünmek..
Baharatlı gözlerin, buruk gülüşün..
Yavaş yavaş sarhoş edişin...
Bir tutkunun pençesinde kavrulan,
Karanfil kokulu kadeh gibi yüreğim
Nefessiz, titrek ve ürkek...

Karışık saçlı,
Bir kadın,
Oyunbozan 
Bir adam

İki yabancı aslında.


OKYANUS YEŞİLİ

Bir kere dokunabilsem gülüşlerine,
Sıcacık bakışlarına hapsolmuşken,
Bir kere bakabilsem samimiyetle gözlerine..
Gökyüzü masmavi,
Oysa, kalbim sisli bir gece gibi..
Dudakların fısıldar sessizce
Sarhoş ezgileri...
Bir sandalye çekte otur karşıma,
Belki bir gülüşe aldandım,
Belkide bakışlarının hüznüne,
Bırak da anlatayım sana.
Sus, konuşma bak gözlerime,
Bir kalemde silinmez ruhuma işlediğin dokun,
Çıkmıyorsun aklımdan...
Dinle, ne kadehler silebildi hayalini aklımdan,
Ne şarkılar dağıttı aklımı...
Geçmedin benden... geçemedin..
Gel..
Bana gel..
Korkma...
Sarılayım incinmiş ruhuna,
Öpeyim ağlayan dudaklarından...
Gel...
Hapset gözlerinle beni..

İKİ KÜÇÜK BAĞ VARDI ARAMIZDA

İki küçük bağ vardı aramızda,
İnce, esnek, kokusunuz.

İki küçük bağ vardı aramızda,
Yapış yapış, sakız gibi.

İki küçük bağ vardı aramızda,
Güçlü, sımsıkı, tutunabilen.

İki küçük bağ vardı aramızda,
Birbirimizi kenetleyen.

İki küçük bağ vardı aramızda,
Vardı eskiden.

24 Ekim 2014 Cuma

KAYIP

Yüzleşmek korkularına… 
Sayıklamak rüyalarının içerisinde bir kabus gibi… 
Uyanmak gecenin bir yarısı, kan ter içinde… 
Saklanmak karanlıklara ve dilemek güneşin doğuşunu…
Hafif bir tebessüme muhtaç kalmak… 
Gerçeklerin içinde hayalleri aramak, tükenmek… 
Onca bakış, onca düşünce altından 
Anka kuşu misali her gün yeniden doğmaya çalışmak... 
Her an verdiğin kararın ardından pişmanlık korkusuyla yüzleşmek... 

Kaybolmuş yarınların sesini duymak isterken yakaladım kendimi,
Savrulan yaprakların arasında karıştı saçlarım,
Çamura bulandı ayaklarım,
Hapsoldu rüzgara o hırçın çığlıklarım…
Yağmur yakaladı göz yaşlarımı,
Saatler aktı gitti,

Yarınlar bir türlü gelemedi…

Sorumluluğunu almalıyız içimizden geçen düşüncelerin bile. Her ne kadar gerçekliğini kazanmasa da, hesaplamalıyız sonuçlarını. Kaybediyoruz olasılıkları, içinde yarattığımız gerçekliği... Sevişmiyor fısıltılarımız çığlıklarımızla, terlemiyor gözlerimiz mutlulukla... 



22 Ekim 2014 Çarşamba

YARINLAR...

Bir kaseyi doldurmayacak kadar sacma seylerin ardindan
Dokuyoruz gozyaslarimizi...
Gereksiz masallarin hayal kirikliklariyla oynasiyoruz
Sessiz hayallerin cilesini cekip
Zahmetsiz umutlarimiza sovuyoruz...

Kucucuk yarinlarin mutluluguna, isigina bakacakken,
Gozumuzde buyuttugumuz sorunlarin icine gomuluyoruz.

Neden bu kadar karamsar,
Neden bu kadar karanligiz?
                                                     
Cevap veremeyecek kadar usengec,
Soruyu duymayacak kadar vurdumduymaziz...
      
Kirlertiyoruz yarinlarimizi 
Gercek sandigimiz acilarimizla,
Pesinden kosamadigimiz umutlarimizla...

6 Ekim 2014 Pazartesi

Mürekkep


SAKLAMBAÇ

Saklambaç oyunu bu

Bir,iki,üç...
Sakın saklama acını gülüşlerine,
Aldatma dalgınlıklarını bakışlarla..

Yirmi, yirmi bir,yirmi iki...
Acele etme, düşün...
Kolaya kaçma.
Elli beş, elli altı, ...
Daha vakit var, telaşa kapılma,
Utanma yaşadıklarından.
Akıtma yaşlarını içine,
Korkma ebelenmekten,
Cesur ol.
Yetmiş...yetmiş bir...
Dinle, koşmadan sessizce
İç sesini dinle,
Anlatmaya çalıştıkları var sana...
Seksen yedi, seksen sekiz...
Çabalama boşuna, bulur seni.
Nereye kaçarsan kaç, ne kadar saklanırsan saklan,
Hisseder, görür o kederi,
Deler geçer bakışları kalbinin orta yerinden.
Ele veriyor ayak izlerin,
Siniyor kokun geçtiğin sokaklara...
Doksan dokuz, yüz...
Gözlerinde,
Sobe!

27 Nisan 2014 Pazar

GELECEK


GELECEK

Bir rüya gibiydi başladığında zaman.
Yaşanmışlıklar ve yaşanacaklar vardı küçük kasede
Büyümek isteyen ama büyümekten korkan,
Bir çocuğun baktığı bir kase...

Sonbahar rüzgarlarında yellenirken,
Sadece sevdiklerine tutunmak...
Geçmişe kırılmadan, bir adım atmak...
Ve beyaz bir sayfa,
Adı;
Gelecek.


Yarınlarımız var bizim çok kıymetli. Biraz belirsiz, biraz hisli. Yinede, günaydın diyebilecek yarınlarımız olmalı bizim.


24 Nisan 2014 Perşembe

SORULAR

Garip bir soğukluk vurdu sırtıma
Yokluğunun esintisi miydi kavrayamadım...
Garip bir baş ağrısı
Lanet sessizliklerin ortasında sürgün yedim...

Gidişindi beni yalnızlıklarının kuyusuna atan
Karanlıkların ortasına...
Kader deyip geçemedim bu sefer
Kokunu içime çekmişken
Seni bende yaşatmışken
Yüreğime kilitlemişken
Çıkarıp atmak kolay mı ki?

Gitme desem kalır mıydın?
Belkide kalırdın ellerimi hiç bırakmazdın...
Ama diyemedim gitme diye...
Yaralamışken beni nasıl diyebilirdim ki
Yüreğim bir yandan sana seslenirken
Bir yandan da acı içinde...

Kararlar verildi
Yollar ikiye bölündü
Sen,uzaklara

Ben,gözü yaşlı pişmanlıklarla...

ÇAKILTAŞI







Hüzünlü bir geceydi, aklıma geldi yaşadıklarım
Anlamsız bir hüzün çöktü üstüme
Gecenin sisi olsa gerek...
Garip bir iç çekiş izledi gözlerimi
Denizin ezgisiyle birlikte...
Suskundu düşüncelerim
Kararsız bir tavır takılıyordu tam dudaklarımda
Kelimeler fısıldaşıyor sözler kısılıyordu...
Neredeydim neden böyle idim..
Çaresiz sebepler aradım, aldandım...
Umutsuz yakarışlara bakındım
Hala bir gariplik vardi içimde
Anlamsız bir hüznün kollarında
Aslında sebebi sendin...
Masmavi hırçın bir denizin kenarında

Ufak bir çakıltaşından ibaretim...

28 Kasım 2013 Perşembe

BİR VARMIŞ BİR YOKMUŞ

Bir varmış bir yokmuş
Aşka susamış bir çocuk,
Sevdaya hasret bir kız varmış.
Birbirlerini ararken, saatler günleri,
Günler ayları
Kovalamış, durmuş.

Bir varmış bir yokmuş
Aşkla meşk buluşmuş.
Sevdaya hasret kız,
Aşka susamış çocuk öpüşmüş.

Bir varmış bir yokmuş
Kalbim sana tutulmuş...
Bu aşk bu masala sığmamış...


27 Kasım 2013 Çarşamba

SIRILSIKLAM



Geldi şiir mevsimi
Gök gürültüsü, yağmur, kahve
Toprak kokusu, sıcacık battaniye
Şıp, şıp şıp...

Hüzünlendiriyor bir yandan
Dinginleştirdiği gibi..
Akıp giden umutlar
Sel olup taşan mutsuzluklar,
Akıp gitse şehrin sokaklarından...

Ne kadar özlemişim ıslanmayı,
Sırılsıklam olup, arınmayı...

14 Kasım 2013 Perşembe

BİRAZ DAHA, BİRAZ DAHA

Biraz umursamaz
Biraz suskun
Biraz çekingendi ruhum...

Uyudum, uyandım

Biraz sakin
Biraz umursar
Biraz daha güçlü oldum...

Yağmur yağdı,
Ruhum ağladı,                                                      
Toprak kokusu

Yatıştırdı yüreğimi..

Ve sonra

Biraz daha hüzünlü
Biraz daha yalnız
Biraz daha, biraz daha
Koşar oldum hayata...

            Koşmak gerek yalnızlıkların peşinden, tutup kolunu çekiştirmek... Bir tokatla savurup, rüzgara fırlatmak...Kabullenmek gerek yalnızlıklarımızı, gerekirse akıtmak gözyaşlarını...


KUM TANESİ

Diri diri mezara gömülmek...
Ardından çekilen kürekler,
Sevdiklerinin birer kürek kum atması mezarına...
Gömülmüş hayaller, silinmiş yüzler...
Gidenlerin ardından akan gözyaşları
Ve sessizlik.
Kapanan kapılar..
Yeni başlangıçlar..
Devam eden hayatlar...
Anlamsız bakışlar...
Yeni aşklar...
Yapayalnızlıklar...
Suskunluklar ve ardından;
Ayrılıklar...
Ve kalpte kalan unutulmazlıklar...
Hepsi;
Küçük bir ömrün birer kum tanesi...

Kum Tanelerim

13 Kasım 2013 Çarşamba

SAMİMİYET

Hayatın samimiyetine güvenebilir misin?
Sözlerine inanabilir misin?
Kendine inanabilir misin önemli olan.
Ardından aşk, güven, sadakat gelir.

Ancak kendine inanırsan seni bulur, seninle sevişir.
Dünyanın adaleti bu
Haykır şimdi istediğim kadar
Oyunların sonu yok.
Çıkış yolu yok.
Labirent bu, dikkat et,
Çıkmaza sapma,
Kurtaran yok.

KADIN - ERKEK

Kadın, bir güç arar hayatında,
Tutunabileceği.
Aşkta gurursuz olduğu kadar,
Gururludur;
Göstermeyi sevmez naifliği.
Oysa ihtiyacı vardır güçlü kollara...

Erkek, gücüyle sarmak ister,

Başkalarını.
Güç gösterisinde bulunmakta

Gurursuz olduğu kadar,
Gururludur; aşkta.
Göstermeyi çok sevmez sevgisini.
Oysa ilanı aşk etmeyi hep ister...


Kadın; bağlanıp yaşar, sever
Erkek; elde edince tanır, çılgınca sever.
Tek ortak nokta budur;
Aşkı aşkta birleştirip,
El ele tutuşmak.