22 Ocak 2016 Cuma

BİLMEYECEKSİN

Suskunluğum akıyor gözlerimden, kalbim ise eriyor, parça parça değil, son ateşin ısısında, kaynayan bir su misali... Gidiyor sevdiğim gözlerimin önünden gidiyor koşarcasına. Tüm nazikliğini kaybetmiş bir havanın ayazında, çırılçıplak duruyorum. Hassas bakışlarım acıyor, kulaklarım sızlıyor bensiz gülüşlerinde, dudaklarım beton gibi, konuşmaya bile mecalim yok...

Hep "bilmeyeceksin" diye başladığım cümlelerim geliyor aklıma. Bil, bil istiyorum işte, içimdekileri, içimde nasıl yeşerdiğini hep ama hep bil istiyorum. Ama sen, bilmek istiyor musun? Bilsen de neden direniyorsun? Neden öldürüyorsun içindeki beni? 

"Bil" herşeyi. Bil ki, bil ki bilmedim deme bana. 

Mesela, seni uyurken ne kadar çok izlemeyi sevdiğimi, ellerimi saçlarının arasından geçirdiğimde ki istemsiz gülüşünü. Dizlerimin üzerine yatıp, gözlerini kapatıp dinlendiğin zaman ne kadar hızlı çarptığımı kalbimin. Yemek yaparken, isyanlar ve istemkâr tavırlarının, o sarılmalarının, her derdime derman olduğunu. Mesela, miskinliğin dibine vurup, en çok tembelliklerimizde eğlendiğimizi. Üşüyüp, bir yorganın içinde ısındığımız zaman, nasıl da huzurlu olduğumu. Çocuklardan bile daha çocuk olduğumuz zamanlarda, nasıl da gülüşlerinde kaybolduğumu... 

Daha çok şey var bilmeni istediğim. Bilip de "bilmezlikten" gelme istediklerim...

Ah annecim, canım annem... Acıyor be içim, çok acıyor... Neden kalamadık karnındaki o masum bebek gibi, neden masum olamadı ağlayışlarımız ilk günkü gibi... Ve mutluluklarımız, neden sığamadı ilk gülücüklerimiz gibi... Ah annecim, al beni, sar beni, kimsem yok senden başka...

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder