26 Aralık 2016 Pazartesi

GRİ

Düştüm bir kere,
Kırıldı sessizce dal,
Ellerim kanadı,
Tutunamadım,
Düştüm bir kere,
Kalkamadım...

Umutsuzum, yenik.
Suskunum, küskün
Yalnızım, yıkık ve yalın
Solmuşum, bitik.

3 Ekim 2016 Pazartesi

Kabulleniş

Çabalıyoruz çalışıyoruz uğraşıyoruz,
Peki ya ne için?
Herşeyin sonunda bir yudum hayal kırığı 
Bir yudum çaresizlik ve bir yudum gözyaşı.
Arada gelen hevesli gülümsemelerin içinde
Akıp giden umutlarımız...
O kadar heves, o kadar istek
Neden?
Sadece bir yudum sevinç için mi?
Bir çekiş, bir kabulleniş
Hepsi bu...
Herşeyin sonu "kabulleniş".
Başka bekleyiş,
Ardından gelen umut ediş,
Onu takip eden sevinç,
Sonra gözyaşlarının içindeki iç çekiş,
Ve en son
Kabulleniş.

24 Ağustos 2016 Çarşamba

Uyku

Ve bir zamanlardı diye başlamaya başladım tüm cümlelerimin başına… Bir gecenin karanlığında ki çınarın sesinde gezinirken, uykusuzlukların bıraktığı morlukları  saklayabiliyordum… Ve ben yine, sensizim demeye başladım,tüm  günlerimin başında, “günaydın” kelimesinin yanında… 
Yorgunum, gerçekten yorgunum… Fiziksel olarak değil, bakma gözlerime, bakma ellerime yüzüme, dağınık saçıma. Tamamen içimde benim yorgunluğum… Yoruldum seni özlemekten, yoruldum pes edişlerden… 

Yine de ne var biliyormusun, her gün yeni bir şey keşfediyorum sensizlikte. Sahip olduklarıma  sahip çıkmayı öğreniyorum,gözlerimi  açtığımda, yeni birgüne  uyanabileceğimin hayallerini kurmayi öğreniyorum… Öğrenmekhiç  bitmiyor işte…

Ben aslında biraz da hayata kızgınım sadece sana veya yaşananlara değil. Tam güldük  derken gelen gözyaşlarına, tam içim ısınıyor derken, soğuk ayazların ortasında  kalmalara… Ve bir de geçen zamana, en çok çokta ona. Zamansız seyircinin geçen zamanında yitirdik hislerimizi…

Ben yine hala buradayım, içimde , senin beni bıraktığın yerde, belki biraz dinleniyorum, ya da uyuyorum, uyanmak istemediğim  bir kabustan… hangi gün güneş  doğar, ve bana umudu getirirse işte o zaman kalkacağım yatağımdan…


24 Nisan 2016 Pazar

Nereden Başlasam

Nereden başlasam ki seni anlatmaya. Mesela bebek kokundan mı, o özlediğim gülüşünden mi, bakışlarından, sesinden, dokunuşundan mı. Nereden başlasam seni bu satırlara mühürlemeye. Başlarsam bitmez ki, ne sayfalar ne satırlar kalır. En çokta özlemlerimi sığdıramam.

Bazen kimseler duymasın istiyorum sesimi, anlayışlarımı, hıçkırıklarımı, yakarışlarımı. Bazense haykırayım tüm dünya duysun istiyorum. Ama en çokta susuyorum, içimde bir yerler de kopan fırtınaların, öncesinde ki sessizliğimleyim. Konuşamıyorum ki, sözcükler küsmüşken. Sen bana küsmüşken, konuşamıyorum işte. Satır satır içiyorum içimdeki seni, düşün, sarhoş bile olamıyorum. Resimlerine, resimlerimize sarılıyorum, ama üşüyorum. Isınamıyorum...

Ben, en çok ben boşluklarda yüzüyorum. Bilirsin, severim denizi, hemde çok, yüzmeyi de. Özellikle sabahın ilk ışıklarında, sahilde, seninle, bazen çırılçıplak... Ama boşluklarda yüzmek... Nefessiz nefes almak gibi bir şey.

İç çekişmelerim sıklaştı bugünlerde. Nefes alamaz oldum, darlaştı. Yok iyiyim, sağlığım bozuluyor bazen ama işte umursamıyorum, biliyorsun beni. Baş ağrısı, yorgunluk, ateş, öksürük. Gelip geçiyor, gelip geçiyor da, bu içimdeki geçmiyor. Geçmeyecek de.

Bazen o kadar çok dua ediyorum ki, ufacık bir rüzgar da olsa, getirse kokunu bana. Senden aldığım tişörtlere sarılıyorum, içime çekiyorum ama yok kokun. Dur, şimdi diyeceksin, iyice acizleştin diye. Diyebilirsin, acizim belki de. Mesela, her gün söz veriyorum kendime ağlamak yok diye, her gece bozuyorum o sözü. Ansızın geliyor ince ince yaşlar, apansızca. Sadece, duramıyorum duramıyorum böyle. Dışarı çıkıyorum gecenin bir yarısı, nefes alabilmek için, yürüyorum, koşuyorum, hatta bazen de yağmurun altında oturuyorum ki kimseler anlamasın. Anlayacağın zor geçiyor günler. Sadece, işte ben böyleyim.

Sen nasılsın? Lütfen iyi ol, kıyamadığım. Sen iyi ol ki bende olayım.

Son bir not: Seni çok özledim.

15 Nisan 2016 Cuma

SERVIS

O kadar çok şey biriktirmişim ki içimde, dolup taşması gerekiyormuş bu gece. Yarınlara akıtıp giderken, her sabah yutkunurken, daha fazla kalamamış içimde biriktirdiklerim.. Biraz gözyaşı biraz çığlık birazda iç çekiş servis edildi masaya. Hepsinin tatları da mercim meyveleri gibiydi, acısıyla tatlısıyla. Üzerine demlenmiş bir dumanı eksik kaldı. Derken, çıka geldi silüetin. Gerçi artık kapattım kilitledim seni lambanın içine. Ve sadece hissettiğim yalnızlıkla seviştim. Ama bugün, omuz omuza verdik, biraz içtik, biraz sohbet ettik. Ve farkettim ki, her geçen gün, birer birer eksildik. Çok değil, az da değil, tam kıvamında, acıta acıta kaybettik ruhumuzdan birer yapboz parçalarını ve her yudumla doldurmak çalıştık içimizdeki boşlukları. Gelip geçerlerle süsledik, birazda üzerine şeker tadında gülücükler ekledik. Eksile eksile, içimizi kemirip, afiyetle şükrettik. Ne yapabilirdikki... En yalnız olduğumuz Zaman'larda bile kendimizle savaşırken, Nasıl teslim olunacağını bilmeden pes ederken, en azından aldığımız nefese şükretmek dışında, var mı başka bir dünya...



20 Şubat 2016 Cumartesi

Neredeyiz?

Zamanın akışında sürünen benliğimiz 
Ve silinen gölgelerimiz,
Neredeyiz?
Sessizlikle içilen kadeh tokuşturmaları 
Ve birde ağlamaklı şarkılar,
Neredeyiz?
Bir deniz kenarı,
Gel git manzarası
İçinde bir yudum hasret 
Sevgiler de ağlamaklı...


22 Ocak 2016 Cuma

BİLMEYECEKSİN

Suskunluğum akıyor gözlerimden, kalbim ise eriyor, parça parça değil, son ateşin ısısında, kaynayan bir su misali... Gidiyor sevdiğim gözlerimin önünden gidiyor koşarcasına. Tüm nazikliğini kaybetmiş bir havanın ayazında, çırılçıplak duruyorum. Hassas bakışlarım acıyor, kulaklarım sızlıyor bensiz gülüşlerinde, dudaklarım beton gibi, konuşmaya bile mecalim yok...

Hep "bilmeyeceksin" diye başladığım cümlelerim geliyor aklıma. Bil, bil istiyorum işte, içimdekileri, içimde nasıl yeşerdiğini hep ama hep bil istiyorum. Ama sen, bilmek istiyor musun? Bilsen de neden direniyorsun? Neden öldürüyorsun içindeki beni? 

"Bil" herşeyi. Bil ki, bil ki bilmedim deme bana. 

Mesela, seni uyurken ne kadar çok izlemeyi sevdiğimi, ellerimi saçlarının arasından geçirdiğimde ki istemsiz gülüşünü. Dizlerimin üzerine yatıp, gözlerini kapatıp dinlendiğin zaman ne kadar hızlı çarptığımı kalbimin. Yemek yaparken, isyanlar ve istemkâr tavırlarının, o sarılmalarının, her derdime derman olduğunu. Mesela, miskinliğin dibine vurup, en çok tembelliklerimizde eğlendiğimizi. Üşüyüp, bir yorganın içinde ısındığımız zaman, nasıl da huzurlu olduğumu. Çocuklardan bile daha çocuk olduğumuz zamanlarda, nasıl da gülüşlerinde kaybolduğumu... 

Daha çok şey var bilmeni istediğim. Bilip de "bilmezlikten" gelme istediklerim...

Ah annecim, canım annem... Acıyor be içim, çok acıyor... Neden kalamadık karnındaki o masum bebek gibi, neden masum olamadı ağlayışlarımız ilk günkü gibi... Ve mutluluklarımız, neden sığamadı ilk gülücüklerimiz gibi... Ah annecim, al beni, sar beni, kimsem yok senden başka...

17 Ocak 2016 Pazar

HALA





Hala yanınızda olan insanlara 
Sımsıkı sarılın.
Günler, saatler, dakikalar sizden birilerini 
Alıp götürmeye devam ederken,
Yanınızda kalan, sizi bırakmayan
O insanlara sımsıkı sarılın...
Bazen dayanacak gücü bulamasanız bile kendinizde
Anılarınız da saklanır, masum gülüşler, 
Kalpten geçen sevgiler.
Aşılamaz duvarlar çıkmaya başladıysa karşınıza,
Ve yorulmuşsanız hayata,
Gözlerinizi kapayıp dinlendirin...
Göz kapaklarınız açıldığında, hala umudunuz varsa
Işte o zaman pes etmeyin.
Her gün, her saat, her dakika 
En değer verdiklerimizi alıp götürüyor acımasızca...
Tutamıyoruz, ve hatta düşüyoruz bazen
Veya imkansızlıkların peşinde koşarken kayboluyoruz...
Işte bu yüzden,
Hala sahipseniz onlara
Bırakmayın asla, henüz kaybetmeden.

5 Ocak 2016 Salı

BELKİDE




İçimizdeki gerçeklikle savaşırken kaybediyoruz belkide hayallerimizi,
Sahte korkuların adaletine sığınmaya çalışırken geçiyor vaktimiz,
Ve farkına bile varamıyoruz kaybettiklerimizin.
Sadece "ben" olarak yaşayan bir varlığız,
Nasıl bencil olmaksızın sevebiliriz ki,
Ve belkide bu yüzden kaybediyoruz
Hayallerimizdeki gerçekliği...

3 Ocak 2016 Pazar

GITMEK





Gitmek kolay mı gerçekten? 

Sevdiklerinin gözlerindeki hüzne şahit olup, yüreğinin bir kenarına saklamak kendi hüznünü. Toparlayıp valizini, sığdırmaya çalışmak acılarını küçük bir hıçkırığın ardına. Gülümsemeye çalışarak ağlamak birazda, gizli gizli, en kör kuytularda. Birazda ayakta durabilmek, kendin için ve herkes için. Veda etmekten kaçarcasına "yine görüşürüz" kadar sıradan bir hoşçakalı çıkarabilmek dilinin ucundan. Bavulunu sürüklemeye çalışmak acıdan ve kederden titremiş ayaklarla. Her adımda daha güçlü olabilmek için söz vermek kendine, ve her adımda o sözü bozan gözlerine kızmak...

Gitmek öyle kapıdan çıkmak değil işte. Sırtına çantanı alıp "güle güle" demek değil. Güle oynaya, seke seke, koşar adımlarla kaçmak hiç değil. Gitmek öyle basit bir fiil değil. Çekimlemesi kolay, ama anlamı zor. Belki biraz egosu var ama hiç gençleşmeyen bir fiil. "Gitmek" sadece siyah paltolu soğuk bir Adam değil, nedensiz ağlayan bir Bebek birazda...

Zaman'a yakaran "gitme"lerm var biriktirdiğim. Borcu olana seve seve veririm, yeterki gitmeyeyim...